29 Temmuz 2013 Pazartesi

Şikayet

A response to the letter to the Turkish PM" başlığı ile letters@thetimes.co.uk adresine gönderiyoruz Mr. John Witherow Chief Editor The Times Dear Sir, I am writing this letter to most vigorously condemn the misinformed, misguided and misleading advertisement taken out in The Times earlier this month. I feel that objection must be made to the poorly informed criticism of a local event. The five people who died lost their lives during the fighting on the streets. One police officer also lost his life. These deaths are unfortunate and are being investigated by the Turkish Home Office. However, do the 18 lives lost during Occupy Wall Street and the 10 lives during the Brazilian unrest constitute cases to answer? The meetings that were held throughout Turkey are compared in the letter to a Nuremberg Rally. The Nuremberg Rallies were events that included demonstrations of military strength, with military parades; they were intended to increase the cult of personality of Adolph Hitler. The Kazlicesme rally included no military dimension. The rally was convened to release pressure; the pressure felt by the MILLIONS of people who did not turn out on the street to protest, felt by the MILLIONS of people who had to watch their beloved city be destroyed by vandals. These people did not turn out onto the streets in counter-protest for the simple reason that their prime minister told them to “stay home.” More than 1.5 million people turned out to express their support for a democratically elected prime minister and to express disapprobation of the Gezi protests. The letter accuses the Turkish prime minister of imposing a dictatorial rule. This is an insult to the Turkish people. AK Party has been democratically elected in three elections, with a growing proportion of the vote in each election. Yet Erdoğan is referred to as a dictator, thus rendering our votes, our democracy meaningless. AK Party has made great strides in introducing new freedoms that have taken the country from being a military-based laic state to a secular state of the Anglo-Saxon model. Yet, the letter published in The Times implies the opposite of this. The Convention on Human Rights is mentioned; this convention, while granting the right of freedom of assembly, states that the same is subject to certain restrictions. For example, if protests endanger human life, public order or property, they can be dispersed, with force if necessary. How many people’s freedoms were impinged upon by the protestors? People could not leave their homes; covered women were verbally and physically attacked, millions worth of public and private property was destroyed. Whether this letter was endorsed by the signatories after being fully informed about the situation in Turkey or whether they signed the letter in the belief that it contained an accurate representation of the truth, the result is the same. They have made themselves look rather foolish in their pathetic attempt to slander a democratic leader, accusing Erdoğan of heinous crimes that no one has committed. As a direct result, this letter has cast a dark shadow over your prestigious publication.

9 Ocak 2011 Pazar

Hür Adam değil, Nur Adam..


Hepinizin malumudur ki; bu hafta sinemalarda oldukça ses getiren ve ülke gündemini oldukça sarsan; tartışmalara, kavgalara kadar giden bir film vizyona girdi: “Hür Adam”. Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatını konu edinen bir film.

Filmin belki de en çok tartışılan sahnesi Bediüzzaman ile Atatürk’ün karşı karşıya geldiği, kimilerine göre bir efsaneden ibaret, kimilerine göre Said Nursi’nin Atatürk’e meydan okuması olan ve gerçek olan sahne. Bu sahne üzerine protestolar, filme gitmeme çağrıları, filmin gösteriminin yasaklanması gibi fikirler ortaya atıldı.



Hatta bazı sinemalarda film gösteriminin olmayacağı, bazı sinemalarda filmin gösterilmesinin önüne geçilmesi gibi tartışmalar da başladı. Netice itibarıyla film insanları ikiye ayırdı. Filmi destekleyip Allah rızası için izleyelim çağrısında bulunanlar ve filmi kıyasıya eleştirip izlememe çağrısı yapanlar, bunu ulusal bir mesele haline getirenler.

Filmi izlemedim, film hakkında ne olumlu ne de olumsuz bir görüş beyan ettim bu zamana kadar. Film hakkında olumlu ya da olumsuz bir yorum yapmamamın nedeni, gerek Atatürk, gerekse Said Nursi gibi iki önemli insanın konu edilmesi ve hassasiyet gerektiren bir konu olmasıydı. Ama bugün İstiklal caddesinde sonuna yetiştiğim ve arkadaşlardan aldığım görüntüler beni derinden etkiledi ve bu konu hakkında yazmaya karar verdim.

Mevzu, Ulusal Parti’nin, bugün akşam saatlerinde bir sinema salonu girişinde gerçekleştirilen, ucu iftiraya varan söylemler içeren protesto eylemi. İftiraya varan diyorum çünkü dağıtılan el broşüründe yazanlar bir Müslüman’ın, hadi onu da geçelim vicdan sahibi hiçbir insanın katılabileceği ve emin olmadan söyleyebileceği sözler değildi.



Said Nursi’ye yönelik, “Hür Adam Değil Sefil Adam”, “Said Nursi Değil Said-i Kürdi ve Gerici”, “ Irkçı ve Deli Bir İngiliz Ajanı” söylemleri, bir siyasi partinin, bir siyasi parti gençliğinin, bir ideolojiye sahip insanların söyleyebileceği, kolayca hazmedilecek söylemler değil.



Kaldı ki Said Nursi ömrünü sefalet içerisinde geçirmiş, kendisine verilen vaad edilenlere aldanmamış davasından dönmemiştir. Yoksulluğu sefillik olarak nitelendiriyorsa ulusal parti ve protestocular bizler de sefiliz. Yine bir insanı Kürt diye nitelendirmek, Said-i Kürdi yazmakla aşağılamaya çalışıyorlarsa bu ırkçı zihniyete zaten söylenecek söz yoktur.



Kaldı ki bu adam, bugün Türkiye’de kendine milyonlarca seven bulabilmiş, bir davaya öncülük etmiş ve bu dava için yıllarca sürgün edilmiş, çeşitli işkencelere, baskılara maruz bırakılmış ve mezarı yerinden sökülmüş, daha mezarının yeri bile bilinmeyen, Türkiye Cumhuriyeti’nin ısrarla tarihinden silmeye çalıştığı bir adamsa, bu tarz söylemler havada kalıyor.

Evet, Said Nursi’nin yazdığı risaleleri ben dâhil birçoğumuz anlamadan okuduk, kimimiz anlamaya çalışmadı, kimimiz de hiç okumadı. Bazılarımız Said Nursi’yi bugün çok güçlenmiş olan bir cemaatin kurucusu olarak lanse etti ve nefretini bu yönde geliştirdi. Ama kendisinin bile “iki Said var “dediği bir dava insanının filmi üzerinden dahi, ölümünden 50 sene geçmesine rağmen bu denli iftira ve bu denli nefret kampanyası yürütülüyorsa ve Said Nursi’den rahatsızlık duyuluyorsa ortada bir sorun var demektir.

“Ölülerinizi hayırla yad edin.” diyen Hz. Peygamber’in ümmeti olan, ümmeti olmaya çalışan bir insan olarak kabul ettiğimiz Said Nursi için yürütülen bu linç kampanyasını, sadece bir Müslüman olarak, hatta sevgili Alper Gencer’in şiirindeki gibi “Müslüman Olmaya” çalışan biri olarak protesto ediyor, Ulusal Parti’nin kendini Atatürkçü olarak nitelendiren mensuplarına, bu linç kampanyasını yürüterek beni Hür Adam Filmini izlemeye ikna ettikleri için ayrıca teşekkür ediyorum.



Bir güzelliği görebilmek için bir çirkinliği görebilmek, ya da GÜZEL’İN kıymetini anlamak için çirkinin çirkefliği görebilmek…

Bu yüzden Said Nursi için “Hür Adam” söylemi ne kadar doğruysa, “Nur Adam” söyleminin de o kadar doğru olduğunu düşünüyorum. Allah ondan razı olsun…

31 Aralık 2010 Cuma

Size Saliha'yı anlatayım mı ?

Oturuyoruz yine fehmi ile yaren’de babı yarende. Gerçi bab kısmı var ama yaren kısmı yok.

Bu gece yine yarenim Fehmi, Ahh Fehmi hayatımda ne kadar büyük bir boşluğu doldurdun bir bilsen gerçi sen ne anlarsın, anca öyle makine gibi otur köşende, Şuan emektardan yazıyorum Fehmi ile biraz aramız açık. Kapattım fehmiyi çantaya koydum.

Televizyonda Saliha var, sağolsun Saliha köz de getiriyor, Saliha bana bir çay ver çay içelim.


Karşı masa da sanırım Salihalar tavla oynuyor…

Gelin size saliha’yı anlatayım. Anlatayım mı ?

12 Aralık 2010 Pazar

Artık yazabiliyorum..

Yine bir Beşiktaş Üsküdar vapuruna binince bir anda yazasım geldi. Ne yazmak istediğime karar veremiyorum ama sadece yazacam

Karşımda oturan ve alışverişe gidip ne var yok almış iki genç kızı mı yazsam yok sa yanımda oturup ağızları bira kokan gençleri mi. Sol çaprazda oturan ve yorgun argın evine dönenleri mi.

En iyisi baştan anlatayım saat 18:05 de Beşiktaş Üsküdar vapuruna bindim vapur 18:10 da hareket etti ve ben bu satırları 18:12 de yazıyorum yani maksimum 6 dakika daha yazabilirim.

Beşiktaşı arkada bırakmak ve seyretmek üsküdara kavuşmak ikisi de birbirinden güzel. Az önce yanlışlıkla Beşiktaş – İstanbul vapuru yazdım sonra sildim. Sonra aslında yazdığımın bir yerde doğru olduğunuı fark ettim. Netice itibarıyla İstanbul demek bir yerde Üsküdar demek değil mi ?

Vapuırda yaklaşık 100 kişi var 7 kadar lise talebesi kızlar harici herkes oturuyor. Kızlarda makara kakakra kikiri falan yapıyor. Bu arada karşımda ki kız ayağıma vurdu ve bir özür bile dilemedi kaba şey. Neden suçlu benim neden onun karşısına geldim , sanki keyiften oturdum yer kalmamıştı. Peki neden diğerleri oturmamış neden otursunlar ki surata bak . Tabi bu şaka da  neyse


Bu arada yolu yarıladık 18:15 oldu saat. Bugün sabah 4 gibi uyudum 11 de uyandım sonra taaaa ikitelliye medya sempozyumana gittim, hadi özışık’ı görünce neyse ona girmeyelim.

Otelin yemekleri güzeldi fena değildi, sonra aha da vapur iskeleye yanaşıyor. Neyse sempozyumda Sn Vekilimiz twitdaşımız Edibe Sözen’de vardı. Onunla beraber taaa ikitelli’den taksime geldik. Sonra diğer twitcanlar da geldi çay içtik pasta yedik bol bol twit attım. Hadi ben gittim vapur geldi.


Bu arada bugün İstanbula gelişimin 1. senesi tam 365 gün oldu. Bunu size yazsam mı yazmasam mı diye sormuştum. Açık yüreklilikle tüm pişmanlıklarımı da göz önüne alarak geçtiğimiz 1 seneyi tüm detayıyla anlatacağım. 11 aralıktan başlayacağım. 11 aralık 2009 dan.


Nargile zamanı görüşürüz..

4 Eylül 2010 Cumartesi

Yazsam mı Yazmasam mı siz karar verin..

Öncelikle baştan söylemek ve itiraf etmek istiyorum ki; Bu satırlar gelişigüzel üzerinde çalışılmadan yazılmıştır. Bundan sonra'da bu yazının devamının yazılıp yazılmayacağına siz karar vereceksiniz.

Soruyorum yazayım mı yazmayayım mı ?


İstanbula ilk olarak 2008 yılı nisan ayının ortalarında geldim. O sırada bir forumdan tanıştığım İstanbul'da yaşayan sevdiğim bir arkadaş vardı. Onu ziyarete gelmeyi ve İstanbulu görmeyi çok istiyordum.

Tam ben bu düşünceleri aklımdan geçirirken bir ilaç firmasında Tıbbi Mümessillik yapan ev arkadaşım ki onu'da Karaman'dan Zonguldak'a gelirken otobüste tanıdım kalacak yeri yoktu evime aldım birlikte 1 sene yaşadık, işte bu ev arkadaşım bir haftasonu seminer için İstanbula gelecek oldu. Hazır şirketin arabası gidiyor gel bana yoldaş ol beraber gidelim dedi ve fırsatı değerlendirip 2 günlüğüne İstanbula geldim. O zamanlardan hatırladığım tek şey Galata köprüsü, İlk Starbucks deneyimi ki itiraf edeyim hiç bir zaman 3 ü 1 arada'ya alışmış bu bünye Starbucks'ın o berbat kahvelerini sevemedi. Eminönü balık, Taksim gezi parkı, İstiklal ve Beşiktaş - Eminönü arası o kadar yol yürümek. Tabi şimdiki gibi akbilimiz yok ve ulaşım İstanbul'da pahalı bir şey.


Ardından yine tarihini çok iyi hatırlıyorum 1 mayıs 2008 İzmire gitmek için İstanbul'dan aktarma yapmak. 1 mayıs günü o kalabalıkta gezmeye çalışmak. İlk defa burna çekilen ve acı gelen biber gazı. Ve "ne oluyor abi ya" şeklindeki saf söylemler. Sonra aynı gece Nilüfer Turizm ile İzmire geçmek, Nilüfer Tmsf'ye geçince ne kadar güzel ve kaliteli olmuş söylemi. İzmirde 5 gün kalmak sonrasında İstanbula Zonguldak ta okuyan yurttan bir arkadaşımın yanına uğramak ve Zonguldağa beraber geçeriz kararı. Bu süreçte Eyüp Sultanı , Eyüp'ü, Pierre Loti yi ilk defa görmek. 2 günde İstanbul turları. Bu sürede ilk Metrobüs deneyimi ve adamlar yapmış abi söylemi. Yeni Bosna'da bir akşam sohbete çağırılmak. Hekimoğlu İsmail'i dinlemek ve kim bu adam diye kendi kendime araştırmaya koyulmak.

O sene öyle geçti Zonguldağa döndük okulu bitirdik Memlekete tatile gittik. Eylül oldu okullar açıldı okul dönüşü kol gibi giren TTNET faturası ve bilgisayarıma kavuşmak. Ardından siyasi forumlarda sabahlara kadar bir şeyler paylaşmak. Mart 2009 seçimleri öncesi bu süreci sıklaştırmak ve Ak Parti'li arkadaşların İstanbula daveti. Ziyaretleri genelde ayın 7 sinden sonra yapacaksınki krediyi kullanabilesin. Bir kere geldim 2009 yılının mayıs ayına kadar istanbula. Sonra Zonguldak Ak parti teşkilatı ile beraber 17 mayıs 2009 İstanbul İnönü stadındaki gençlik şöleni. Orası bir başlangıç oldu. Forumlardan yavaş yavaş soğudum ve Sözlük macerema başladım mayıs ayının başında. İhl sözlük'le başladım buna. Çok hareketli ve hızlı aylar. Uykusuz geçen geceler. Sürekli tanım yapmalar. Daha sonra İhl sözlüğün Ankara buluşmasına gitmek taa Zonguldaktan kalkıp. Ta dediğime bakmayın orası daha yakındır İstanbula göre Zonguldak'a. Orada güzel insanlarla tanışmak ve temmuz 11 den sonra 3 aylık Bartın macerası. Internet orucu bildiğimiz . Net yok telefon bile yok ama ayrı bir huzur var aynı bir güzellik.

Sonrası 2009 Eylül ayı ardından Ekim ayı gelir ki twitter maceram var. Yazsam mı Yazmasam mı karar veremediğim bir macera. İşte bu yüzden sorma ihtiyacı verdim. Yazayım mı yazmayayım mı . Siz karar verin ben içinden çıkamadım.

19 Ağustos 2010 Perşembe

Facebook'ta Aşk Mümkün mü ?

Salı akşamı evimde iftar yaptıktan sonra twitter da muhabbet ederken değerli dostum Mahmut Avcı beni bağlarbaşı kültür merkezine hasbihal etmeye davet etti. Eee Küçük Çamlıca ile Bağlarbaşı’nın arası yakın olmasından mütevellit aldım minibook'u mu çıktım yola. Beklemeye başladım Esatpaşa- Üsküdar minibüsünü, o sıra trafik birbirine girmiş. Bir baktım 129T arıza yapmış, uzun körüklü araba nereden baksan 30 metreyi geçiyor boyu, arkasında birde İETT ilk yardım müdahele aracı var şeridin biri kapanınca orada bir sıkışma oluyor haliyle.



Bu arada arıza yapan araç olaydan birkaç gün önce durağa 20 metre kala kaçırdığım, yeni hareket etmesinden dolayı hızını kesip henüz kapanmamış ön kapısından beni alabilecekken hırsla gaza basıp “lütfen dur” şeklindeki el hareketime karşılık, ukalaca bana durağı işaret eden otobüs kaptanının kullandığı 129T .. İlahi adalet işte 2 gün önce Cihangirde Saklı Cafe'de yapacağım iftara yetişmek üzere yola çıktığımda beni almayan ve mecburen Üsküdar-Kabataş aktarmalı, Taksim yapmama sebebiyet veren otobüs ve kaptanı şimdi tam iftardan yarım saat sonra aynı durağı 30 metre geçtikten sonra arıza yapsın.



Neyse mutlu olamadım bu durumdan neticede mağdur olan bir sürü yolcu var. Çok beklemedim geldi benim minibüs. Arka dörtlünün hemen ön tarafında cam kenarında bir koltuk buldum. Hemen açtım bilgisayarı Mahmut Avcı'ya rapor vereyim “yola çıktım” diyeyim, dedim.



Ben bilgisayarda uğraşırken arkamdaki 2 gence kulak misafiri oldum ister istemez. Dertliydi içlerinden birisi: “bari bir kere görseydim gözü gözüme değseydi” diyordu. Buna karşılık diğeri de "hiç görüşmediniz değil mi abi" dedi.



“Yok görüşmedik, bir kere görmek istiyorum sadece bir kere” diyordu dertli olan. “Hımm.”. dedim, “dur bakıyım burada bir mesele var”



Anlatıyordu diğeri; “ama Facebook'ta resim falan ekliyor kuzenleriyle nereye gittiğini yazıyor. Dur bekle sen yarın bir gün yazacak o –caddedeyim, şuradayım” diye tesadüfmüş gibi gideceğim, “yeter artık” diyordu. “Zaten 10 gün kadar burada sonrasında Ankara’ya gidiyor” dedi. “Mesela derin İbrahim” dedim, kendi kendime..



Genç anlatıyor tabi “3 ay oldu tanışalı” diyor...



Neyse mevzu şu: Esas oğlan nasıl bulup ekliyorsa , hadi esas oğlan demeyelim Barış Manço’nun şarkısındaki gibi diyelim bizde. “Adem oğlu” diyelim gencimize, hanım kızımıza da “Havva kızı” diyelim. Malum “Adem oğlu kızgın fırın Havva kızı mercimek” diyor ya Barış abi.



Adem oğlu nasıl bulduysa ekliyor kızımızı Face'den.. Artık kız kabul ediyor mu ilk başta, yoksa mesajlaşıyorlar mı? Bilemem. Ama 3 ay içerisinde facebook’ta ki tesadüfi tanışma büyük bir aşka (!) dönüşüyor. Büyük ihtimal önce resimleri beğenmeler, resimlere yapılan yorumlar, tabi arada kıskançlıklarda yok değildir. “Kim bu resmine yorum yapan” falan şeklinde kavgalar olmuştur, illaki olur. Hatta Adem oğlu biraz maçoysa ki bu maço değildi Havva kızına “face'den resimlerini kaldır sadece bana gönder resimlerini” diyebilir, ya da “sadece ben göreyim” diyebilir. Ayarları var nede olsa.



Artık geçen 3 aylık süreçte muhakkak ki ÖSS sınav maratonu başladığı için görüşemedi gençler. Zaten kızımız büyük ihtimal, sınavdan sonra tatile gitti görüşememiş Adem oğluyla, Havva kızı. Eee sınav sonuçları da geçen hafta açıklanmış ve Ankara'yı kazanmış genç kızımız.



Eee tabi Ademoğlu haklı, Havvakızı farklı bir şehirde Üniversiteye gidecek. Yeni ve daha gerçekçi bir ortam. -Gözden ırak gönülden ırak misali.

Neyse Ademoğlu bu sebepleri göz önüne alarak haliyle yerinde bir endişede. O yüzden “bir kere görseydim gözleri gözlerime değseydi elini tutsaydım” diyor. Belli ki o da umudu kesmiş ama “bir kere bir kere” diye feryadında da bir yerde haklı.





Netice itibarıyla Ademoğlu kaybetmez kaybeden Havvakızı olur . Bu bir hayat felsefesidir daima giden kaybeder. Ama hiçbir kayıp tek taraflı değildir.



Niye yazdım şimdi bunları? 3 aylık bir Facebook hikayesi beni, camlardan, pencere kenarlarından, aşk yaşayan, uzaktan görerek seven, arada mektuplaşan aşıkların olduğu eski yıllara, çocukların cam kenarlarında ezan ve top sesini dinlediği, eski Ramazanlara götürdü.



1 haftasını geride bıraktık. Cümleten Ramazan ayımız hayırlara vesile olsun.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Az önce yolda gelirken.

Saat 19:55 üsküdar esatpaşa daha doğrusu esatpaşa üsküdar minübüsüne bindim. İstikamet çamlıca- altunizade-capitol bağlarbaşı ve üsküdar. Daha minübüse binip 1 dıurak gitmeden arka taraflarda artiz bi adam şöföre şunu doğru dürüst kullansanıza falan diye artizlik yaptı. Şöförün yerine ben olsam in ulen aşağı derdim. Yine de sabırlı birisi çıktı helal olsun.

Neyse minbüste toplam oturan yolcu sayısı 13 ayakta yolcus sayısı elan 7 toplam da 20. 20*1.5=30lira bunun 7 lirasını yaksa hadi 10 olsun. 20 lira temiz para. Akarı yok kokarı yok..

Minübüs işine mi girsek ne yapsak. Arada yolcu da iner biner. 50 yi bulur bi seferi.

Neyse kısıklıya geldik. Yanımda oturan abla müsaade eder misin diyerek ayaklarıma basa basa indi minübüsten. Çamlıca da yine kalabalık bir polis kordonu var. Sanırım başbakan bugün buraya geliyor.

neyse biraz dalmışım. 3 dakika kadar olsa da bana uzun bir süre geldi. Altuıniza de metrobüsü geçtik. Ya bu altunizade de inip metrobüse gitmesi ne uzun bir süreç . O kadar yolu yürümeye insan erinir be.

Neyse bağlarbaşına da geldik. 20:09 saat 3-4 dakika içerisinde Üsküdarda olmayı umut ediyorum.


Uzun b,ir aradan sonra yine beraberiz. Saat 20:27 yok yok ben 20:15 gibi vapura geldim ama biraz kendimle başbaşa kalmam gerekti.

Vapur hareket edene kadar yazmak istemedim. Şimdi ise kaptan manevrayı yaptı yol almaya başladık. Yaklaşık 6-7 dakika sürecek yolculuğumuz. Arkamda sağımda solumda istanbulda ki camilerin minareleri yanmaya başladı.

Zaten birazdan akşam ezanı okunacak. Karşımda şuan sirkeci ve gülhane parkı biraz sağımda sultanahmet onun yanında süleymaniye onun yanında galata kulesi. Tabi arada geçtiğimiz kızkulesini unutmamak lazım.

Karşımda yeni tatilden gelmiş bir kız. Yanındaki arkadaşına tatilde yediği naneleri anlatıyor. Muhabbet ne kadar bronzlaşmışsın sen ile başladı. Solumda bulunan abla ise hürriyet'in kelebek ekini okuyor.

Arkamda ki kızın küpeleri ise 5 yıldız. Yahudilerin mührü gibi. Yakışmış ama. Velhasıl bu tarafa geçenler'in birçoğu kabataştan finikülerle taksime geçecekler gibi. Hepsinde bir eğlenme isteği var sanki. Mesela üsküdara geçenlerde eve gidip ayaklarımı uzatıp yemeğimi yiyeyim havası vardı. Yorgundular.